VECDİ SAYAR
2021.10.17 04:00
Altın Portakal Film Festivali’nde ödülleri sunacak sanatçıların seçiminde hangi kaygılar rol oynadı agnostik, ama bu seçimin festivale gölge düşürmesi üzücüydü.
Geçen hafta sonu tamamlanan 58. Antalya Uluslararası Altın Portakal Film Festivali, bir haftadır medyanın gündeminden düşmedi. Ne eyvah ki, festivalde yarışan filmler veya jürinin kararları değildi medyanın odaklandığı nokta. Ulusal Müsabaka’da “Zuhal” filmindeki performansı ile En İyi Kadın Oyuncu seçilen Nihal Yalçın’ın ödülü alırken yaptığı söylev sırasında yaşananlardı.
Ödülü sahiden de hak eden Nihal Yalçın’ın sahnede yaptığı hitabe kimilerine göre uzun, bana kadar ise çok yerinde bir konuşmaydı. Sinema sektörümüzün bayan odaklı filmler konusunda çok yetersiz kalması Yalçın’ın değindiği sorunların ilkiydi. Nitekim yarışmada yalnızca tek bir bayan yönetmenin filmi yer alırken, kadın oyuncuların ağırlıkta -en azından dengede- olduğu üç film vardı. Nihal Yalçın’ın, mesleğine ilişkin bir temel soruna parmak basarken, kadın haklarına yönelik duyarlığını dile getirmesinden daha doğal ne olabilirdi? “İstanbul Sözleşmesi yaşatır” sözleri salondaki herkesin gönülden desteklediği bir tümce değil miydi? Değil efendim, yeri değilmiş… Bunu diyenler, hiç Oscar töreni izlememişler illaki…
Bu ülkede bütün kadınların savunması gereken sözcükleri sıralamıştı Yalçın. Bu hitabe ona ödül vermesi için sahneye misafir etme edilen ‘taş fırın erkeği’ Tamer Karadağlı’yı çok rahatsız etmiş olmalı ama, Yalçın konuşmasını sürdürürken ödülü ona uzatarak büyük bir saygısızlık yaptı. Önce, bu davranışını tevil etmeye kalkıştı, sonra baktı fakat yalnız kalıyor, benim yerim zaten emin demeye getirdi ve Yalçın’ın siyasal görüşlerini maksat bölge bir karalama kampanyası başlattı. Kimler bu kampanyada rol aldı, kimler Yalçın’ı savundu zaten biliyorsunuz, yinelemeyeceğim.
GÜNAYDIN YERİNE
Nihal Yalçın’ın konuşmasında bir diğer nokta vardı oysa, kimseler değinmedi. Belki, şenlik atmosferini tatmadıklarından Yalçın’ın sözlerini bir iltifat olarak algıladılar. Fakat, Yalçın fazla manalı, fazla ince bir gönderme yapmıştı: “Belediye Başkanımıza fazla teşekkür ediyorum. Çünkü bundan böyle sabahları Günaydın demeyi bıraktık, Muhittin Haşere diyoruz”…
Sinema sektörümüzdeki örgütlerin temsilcilerinden oluşan bir heyetin, Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiğinde Muhittin Böcek’i ziyaret ederek, festivale ilişkin gösterme ve önerilerini dile getirdiklerini, bu bağlamda Şenlik Başkanı olarak bir sinema insanını görmek istediklerini belirttiklerini, ama bu isteklerinin sessizlikle karşılandığını duymuştum. Böcek’in bu öneriyi dikkate almayarak, ‘Festival Başkanı’ sıfatını üstlenmesi garibime gitmişti. Bu yıl, kentin dört bir yanına, köprü alınlarında, billboardlarda bulunan festival afişlerinde, Festivalin adından daha büyük puntolarla ‘Muhittin Haşere’ yazıyordu. AKP’li Belediye Başkanlarında hiç şaşırmadığımız bu davranışı sosyal demokrat bir belediye başkanından beklemezdim doğrusu. Bu eleştirinin sanata takviye verirken bireysel tanıtımını arkadaki planda tutan, sanata saygılı başkanları kapsamadığını belirtmeme lüzum değil nasıl olursa olsun.
Ödül töreninde, Şevval Sam’ın konserinin birkaç bölüme ayrılması, böylelikle önceki yıllarda olduğu gibi, ödüller açıklandıktan sonra konser başlarken salonun boşalmasının ve sanatçının anlamsız koltuklara şarkı söylemesinin önüne geçilmesi olumluydu. Sam’ın tecrübeli sunucu Yekta Kopan ile birlikte sunduğu merasim de genel hatlarıyla başarılıydı… Ödüllere geçmeden önce, aklıma takılan soruları paylaşmak isterim: Jüri seçiminde fazla isabetli kararlar veren festival yönetimi, ödül verecek sanatçıların seçiminde daha dikkatli olamaz mıydı? Bambaşka siyasi duruşları kastetmiyorum, sinema sanatına emek vermiş onca sanatçı (mesela, Yusuf Sezgin gibi emektar bir oyuncu) dururken televizyon ‘star’ları Tamer Karadağlı, Erkan Petekkaya ve tv dizileri yapımcısı Birol Güven’in ödül tahsis etmek üzere davet edilmeleri yakışık aldı mı?
VİCDANLARA ÇAĞRI
Festivalde yarışmacı filmlere ilişkin kişisel değerlendirmemi paylaşamayacağımı -ve nedenini- geçen yazımda belirtmiştim. Kesin Alper başkanlığında, yönetmen Senem Tüzün, görüntü yönetmeni Ahmet Sesigürgil, yazar Ayfer Tunç, müzisyen Kasıt Su Akyol ve oyuncular Hazal Kaya ile Muhammet Uzuner’den oluşan Jürinin kararlarının genel bir kabul gördüğünü söyleyebilirim sadece. Ulusal Yarışmaya seçilen on filmden yedisi ödül tablosunda yer aldı. En İyi Film ödülünü kazanan Ferit Karahan’ın “Mektep Tıraşı”, En İyi Program Metni ve En İyi Kurgu ödüllerini de aldı. En İyi Yönetmen ödülünü kazanan Tayfun Pirselimoğlu’nun “Kerr” adlı filminin müziklerini besteleyen Nikos Kypourgos da En İyi Müzik ödülünün sahibi oldu. Pirselimoğlu, FİLM-Istikamet Jürisi tarafından da En İyi Yönetmen olarak değerlendirildi.
Yarışmadan dört ödülle dönen üretim ise, Selman Nacar’ın “İki Şafak Aralarında” adlı filmi oldu. Film, Dr. Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü’nü kazanırken, Erdem Şenocak’a Muavin Rolde En İyi Erkek Oyuncu, Nezaket Erden’e Tezgâhtar Rolde En İyi Bayan Oyuncu (paylaşım) ödüllerini getirdi. Filmin Cast Direktörü Ezgi Baltaş da Feride Çiçekoğlu ile birlikte (kadın emeğinin görünürlüğünü karşılayan sanatçılara verilen) Cahide Sonku ödülünün sahibi oldular. Emre Kayiş’ın “Anadolu Leoparı” festivalden En İyi İlk Film’e bahşedilen Behlül Dal Ödülü’nün yanı sıra, Billur Turan’a En İyi Sanat Yönetmeni ödülünü kazandırdı. Nazlı Elif Durlu’nun “Zuhal”i de, başrol oyuncusu Nihal Yalçın’a En İyi Bayan Oyuncu ödülünü getirdi. En İyi Erkek Oyuncu ödülü, Cemil Ağacıkoğlu’nun “Kafes” filminin oyuncusu Tarhan Karagöz’ün olurken, filmin başarılı oyuncusu Özay Fecht de, Muavin Rolde En İyi Bayan Oyuncu ödülünü paylaştı. Semih Kaplanoğlu’nun “Sadakât: Hasan”ı ise, festivalde En İyi Bakış Yönetimi (Özgürlük Eken) ödülünü aldı. Jüriden tek bir ödül bile alamayan Necip Çağhan Özdemir’in “Bembeyaz” adlı filminin SİYAD Jürisince En İyi Film olarak değerlendirilmesi günün sürprizi idi.
Ödüller açıklanmadan önce, Jüri başkanı Kesin Alper bir söylev yaparak, bu yıl müsabaka seçkisinde bulunan on filmden önemli bir kısmının müşterek bir tema etrafında (vicdan ve suçluluk duygusu) buluştuğunu ve bu ortaklığı “içinde yaşadığımız siyasi atmosferin bir yansıması” olarak düşündüklerini söyledi. Havuz medyasında yer almayan bu konuşmadan bir alıntıyla noktalamak istiyorum bu haftaki yazımı. Alper’in dileklerine gönülden katılarak… Umarım, Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri bu konuşmadan ötürü festivallerimizi cezalandırmaya kalkışmaz.
“Çağına yeterince tanıklık etmemekle eleştirilirdi sinemamız. Olur Ya de öncelikle, suçun artan bir şekilde alenileştiği, sıradanlaştığı, hak arayışının anlamsızlaştığı, vicdanlarımızın her gün susturulmaya çalışıldığı, köreltildiği bir zorlama atmosferinde, sinemacılarımız vicdani muhasebenin, insanlığın vicdani muhasebesinin hiçbir vakit bitmeyeceğini ve susturulamayacağını usul yöntem göstermeye başladılar. Umarız bu kıpırdanış, bugün suskunluğa zorlanmış, sesi kısılmış vicdanlarımızın bir gün gürleyerek geri döneceğinin habercisi olur”…